Güncel
Dindar mı ‘dindara saygılı’ anayasa mı?
Ara dönemlerden kalma alışkanlıklarla tanımlanmış laiklik anlayışının günümüz ihtiyaçlarına cevap verecek yeni bir modelle ele alınıp tartışılması Türkiye’nin geleceği adına ‘kaygı verici’ olmaktan öte ‘umut vericidir’. Yeter ki ‘fikrî tartışmalar’ ‘kısır ideolojilere’ kurban edilmesin.
Türkiye Büyük Millet Meclisi BaÅŸkanı Ä°smail Kahraman’ın Ä°stanbul Ãœniversitesi’nde Ä°slam Ãœlkeleri ve Akademisyen ve Yazarlar BirliÄŸi’nin “Yeni Türkiye ve Yeni Anayasa” konferansındaki “dindar anayasa” çıkışı yeni bir siyasi tartışmanın fitilini ateÅŸlemiÅŸ gibi görünüyor. Türkiye’nin “entelektüel birikimi” konuyu ÅŸimdilik tartışa dursun; ilk açıklamasında kiÅŸisel kanaati olduÄŸunu ifade eden Meclis BaÅŸkanı Kahraman “laiklik maddesinin yer almadığı dindar anayasadan” neyi kastettiÄŸini ilerleyen günlerde daha mufassal bir ÅŸekilde izah edecektir.
Hazır tartışmanın fitili ateÅŸ almışken CumhurbaÅŸkanı ErdoÄŸan’ın 2011 yılında yaÅŸanan “Arap Baharının” ardından bölgeyi ziyareti sırasında dile getirdiÄŸi “Türkiye’de anayasa laikliÄŸi, devletin her dine eÅŸit mesafede olması olarak tanımlar. Laiklik kesinlikle ateizm deÄŸildir. Mısır’ın da laik bir anayasaya sahip olmasını tavsiye ediyorum” sözleri doÄŸrultusunda dünya ölçeÄŸinde “laikliÄŸin” nasıl yorumlandığına bakmakta fayda var.
Din karşıtlığı algısı
“Laiklik” genel manada hem Türkiye’de hem de pek çok Ä°slam ülkesinde dindar kesimlerin “baskı altında tutulması” için uzun yıllar “araçsal” kullanımıyla “moderniteden tevarüz ettiÄŸine inanılan bir din karşıtlığı” olarak algılanmaktadır. Türkiye örneÄŸinden yola çıkılacak olursa dindar kesimlerdeki bu yerleÅŸik algı kendiliÄŸinden oluÅŸmuÅŸ, sıradan, sebepsiz bir durum deÄŸil elbette. Cumhuriyet’in kuruluÅŸ döneminde kendine yer bulan “laiklik”, pozitivist, aydınlanmacı toplumsal projenin en önemli parçası olarak uygulanmıştı. Laik dünya görüşünü kendisine hayat düsturu haline getiren tek parti dönemi siyasal seçkinleri, laikliÄŸi toplumsal bir uzlaÅŸma aracı olmaktan
çok, topluma her türlü dini duyarlılıktan uzak bir “biçim verme” politikası olarak sahneye koymuÅŸtu. Bireye deÄŸil devlete özgü bir “duruÅŸ” olması gereken “laikliÄŸin” kendi “ÅŸahıslarında mündemiç” olduÄŸunu kabul eden “siyasi anlayışların” dindar kesimlere “laiklik” tanımıyla uyguladıkları “despotik ve otoriter” yönetimin en son örneÄŸi olan “28 Åžubat Darbesi” hafızalardaki tazeliÄŸini hala koruyor. Hal böyle olunca dindar kesimlerin “laikliÄŸi” bir “din karşıtlığı” gibi algılamasını geçmiÅŸte yaÅŸanan “travmatik” geliÅŸmelerin bir sonucu olarak görmek gerekiyor.
Şirazesi kaymış laiklik
Meclis BaÅŸkanı’nın hangi tanımlama içinde böyle bir açıklama yaptığını bilemiyoruz, ancak üzerinde durulması gereken iki önemli nokta olduÄŸu muhakkak. Birincisi “laikliÄŸin” özü itibariyle geçmiÅŸ kötü tecrübelerin aksine “din karşıtlığı” olmadığı, ikincisi ise farklı dinsel grupların anayasal teminat altına alınabilmesi için yazılı metinlerde salt laiklik ilkesine yer verme zorunluluÄŸu olmadığı gerçeÄŸi.
Birinci noktayı izah ederken Rahmetli Özal ve CumhurbaÅŸkanı ErdoÄŸan’ın farklı zaman ve zeminlerde dile getirdikleri “laiklik tanımı” her türlü “yorum istismarına” kapıları kapatması bakımından çok önemli. BaÅŸbakan olarak hacca gittiÄŸinde, “Laik bir devletin BaÅŸbakanı olarak nasıl hacca gidersiniz” sorularına muhatap olan Rahmetli Özal, bu soruya verdiÄŸi “Laiklik devletin uygulama standardıdır, dindarlık ise kiÅŸinin inancını yansıtır. Hacca gitmek dindarlara göre farzdır. Dindarlığımızın gereÄŸini yapmaya geldik” cevabıyla laikliÄŸi kiÅŸiye özgü deÄŸil bir “devlet duruÅŸu” olarak tanımlamıştı. CumhurbaÅŸkanı ErdoÄŸan’ın 2011 yılında Mısır, Tunus ve Libya’da dile getirdiÄŸi
“Ben Recep Tayyip ErdoÄŸan olarak Müslümanım ama laik deÄŸilim. Fakat laik bir ülkenin baÅŸbakanıyım. Laik bir rejimde insanların dindar olma ya da olmama özgürlüğü vardır. Çünkü laiklik din düşmanlığı deÄŸildir. Laiklikten korkmayın” çıkışı ise “muhafazakar ve saÄŸ” gelenekten gelen bir baÅŸka siyasetçinin “ÅŸirazesi kaymış” laiklik tanımlamasını “aslî mecrasına” yeniden oturtma çabası olarak kabul görmüştü.
Ali Fuat BaÅŸgil’in “ne münkirliktir ne de hususiyle din düşmanlığıdır” ÅŸeklinde izah ettiÄŸi, uzun yıllar Maarif müfredatında “din ve devlet iÅŸlerinin birbirinden ayrılması” olarak karşımıza çıkan, ara dönemlerde vesayet kurumlarının siyasete müdahale gerekçesi olarak adeta “demoklesin kılıcına” dönüşen laikliÄŸin Batı’daki örneklerinden hareketle tanım ve uygulamalarında çeÅŸitli farklılıkların olduÄŸu söylenebilir. -Avrupalı siyasetçilerin neredeyse her uluslararası toplantıda Türk delegasyonlarını, “zorunlu din kültürü ve ahlak bilgisi dersleri ve Diyanet” özelinde “laikliÄŸi” ihlal eden bir ülkenin temsilcileri olarak itham etmesi Batı’daki “örnek çeÅŸitliliÄŸinin” daha bir dikkatle incelenmesini gerekli kılıyor.-
Zaman zaman “kilise ile içli dışlı” bir zeminde yol alan Batı’daki laiklik uygulamalarını daha net anlamak bakımından Niyazi Berkes’in kavrama iliÅŸkin dillendirdiÄŸi tanımlamayı bir kenara not etmek lazım. Berkes, din-devlet ikilemine dayanan “laiklik” teriminin, Hıristiyanlığın ilk mezhebi olan Katoliklik içinde geliÅŸtiÄŸini ve bu nedenle de Osmanlı-Türk toplumuna pek uygun düşmediÄŸini belirtir. Berkes’e göre “Laicisme sözcüğü Katolik Hıristiyanlığın yayıldığı halkların dilinde, özellikle Fransızca’da kullanılır ve kökenine bakılırsa “halksallaÅŸtırma” demektir. Çünkü kaynağı olan eski ve Hıristiyanlık öncesi Grekçedeki laos, laikos sözcükleri Hıristiyanlık döneminde klericus, yani
din adamları dışında olan kiÅŸiler için kullanılırdı. Modern Fransızca’da “laicisme” din adamlarından, rahiplerden baÅŸka kiÅŸilere, kurullara, yetkililere, dünya iÅŸlerinde, hatta din iÅŸlerinde üstün bir yer verme davasıdır.” Berkes, deÄŸerlendirmesinin devamında Ä°slam’da, Hıristiyanlıktaki gibi “din-devlet ikilemi” olmaması nedeniyle laiklik sürecinin Müslüman toplumlar için yersiz ve gereksiz olduÄŸuna da hükmedilemeyeceÄŸini söyler.
Batı’da laiklik örnekleri...
Åžimdi, Fransa, BirleÅŸik Krallık, Almanya ve BirleÅŸik Devletler’de uygulanan laiklik örneklerine bir göz atalım:
Fransa: 1958 Anayasasının 1. Maddesinde laikliÄŸe yer veren Fransa’da, Müslüman öğrencilerin okullarda “başörtüsü” ile derse girmesi ve hatta öğrenci velilerinin okul gezilerine başörtüleri ile katılmaları laikliÄŸe aykırı olduÄŸu gerekçesiyle yasaklanırken Katolik Okullarında öğretmenlerin maaÅŸları devlet tarafından karşılanmaktadır.
BirleÅŸik Krallık: Anayasası’nda laiklik bulunmayan BirleÅŸik Krallık’ta 1688’de uygulamaya konan Taç Giyme Yasasına göre Kral yahut Kraliçe’nin Anglikan Kilisesi inancını savunmaya yemin ederek taç giymesi zorunludur. Ä°ngiltere Kilisesinin ruhani vaizleri olan piskoposlar “Ruhani Lordlar” sıfatıyla Lordlar Kamarası’nda sandalye sahibi olup tartışmalara katılmakta, bütün ülkeyi etkileyen kararlar için ihtilaflarda oy kullanabilmektedir. Parlamentonun dua ile açıldığı BirleÅŸik Krallık’ta Kral yahut Kraliçe taç giyme töreninde ülkenin en büyük manastırı olan Westmister Abbey’de Canterbury BaÅŸpiskoposu tarafından kutsanmış yaÄŸ ile meshedilir ve Tanrı’nın yasaları ile Ä°ncil’in
doÄŸru açıklamasını devam ettirmeye, Protestanlığı sürdürmeye ve korumaya yemin etmek zorundadır. Ayrıca Ä°ngiliz Kralı yahut Kraliçesi Anglikan Kilisesinin de “başı” kabul edildiÄŸinden ülkedeki en “üst düzey dini otoritedir.”
Almanya: Anayasasında laiklik maddesi yok. Ãœlkede bir devlet kilisesi bulunmuyor; toplumsal sözleÅŸmede devlet ve dinsel topluluklar arasındaki iliÅŸki bir ortaklık olarak tanımlanmış. ÇoÄŸunluÄŸu Katoliklerden oluÅŸan dinsel topluluklar, yasal bir iÅŸbirliÄŸi statüsü ile kilise üyelerinden “gelir vergisinin” yanı sıra “kilise vergisi” tahsil etme hakkına da sahip.
İncil üzerine yemin etme
BirleÅŸik Devletler: Anayasasında “laiklik” ibaresi bulunmadığı halde “laik hukukla” yönetilen BirleÅŸik Devletlerin federal düzeyde bir devlet dini bulunmuyor. Bütün dini gruplar “kongre, dini bir kuruma iliÅŸkin veya serbest ibadeti yasaklayan; ya da ifade özgürlüğünü, basın özgürlüğünü kısıtlayan; ya da halkın sükûnet içinde toplanma ve ÅŸikâyete neden olan bir halin düzeltilmesi için hükümetten talepte bulunma hakkını kısıtlayan herhangi bir yasa yapmayacaktır” ilkesiyle garanti altına alınmış. Ayrıca, BirleÅŸik Devletler BaÅŸkanı’nın göreve seçilmesinin ardından ant içme törenlerinde ve mahkemelerde “Ä°ncil üzerine yemin etme” alışkanlığı ise devam etmekte olan bir ge
lenek.
Yukarıdaki örneklerden de görülebileceÄŸi gibi, “laiklik” yahut “laik hukuk sistemleri” farklı dini tezahürleri “özgürlük sınırları” içerisinde teminat altına aldığı sürece bir “deÄŸer” ifade ediyor ve toplumsal “huzura” katkı saÄŸlıyor. BirleÅŸik Devletler’de ilkesel bir duruÅŸ olarak kabul gören uygulama sayesinde farklı inanç grupları dinsel ritüellerini özgürce yaÅŸama hakkına sahipler. -11 Eylül sonrası oluÅŸan konjonktürel deÄŸiÅŸimi arızî bir durum olarak kaydetmek gerekiyor.- Aksi halde Fransa örneÄŸinde olduÄŸu gibi “farklı dinsel gruplara özgürlük alanı bırakmayan” bir laiklik tanımlaması baÅŸka inançları “baskılama” olarak tezahür ediyor ki uzun yıllar travmatik sonuçlar doÄŸuran
Türkiye uygulaması bu kötü uygulamanın örneklerindendir.
Sonuç olarak; çağın ihtiyaçlarına cevap verecek yeni bir toplumsal mutabakat metnine her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyulan bugünlerde Türkiye’nin entelektüel birikiminin hamasî, ideolojik, siyasi, politik her türlü ayrışmalardan uzak Türkiye’yi geleceÄŸe taşıyacak “dine ve dindara saygılı” “yeni bir anayasa” üzerinde kafa yorması zorunlu. Ara dönemlerden kalma “alışkanlıklarla” tanımlanmış “laiklik” anlayışının günümüz ihtiyaçlarına cevap verecek yeni bir modelle ele alınıp tartışılmasının Türkiye’nin geleceÄŸi adına “kaygı verici” olmaktan öte “umut verici” olduÄŸunu itiraf etmek lazım. Yeter ki “fikrî tartışmalar” “kısır ideolojilere” kurban edilmesin.
Henüz yorum yapılmamış.